Oyuncu Olmak istiyorum
Oyuncu olmak istiyorum dediğimizde öncelikle oyunculuğun tıpkı kurgu, hareket, görüntü gibi dilsel sistemlerden biri olduğunu bilmek gerekmektedir. Sinema ve tiyatro oyunculuğu arasında önemli farklılıklar bulunur. Bu farklılıklar bağlamında sinemadaki oyunculuğun görece avantajlarından söz etmek olasıdır.
Sinema ve Tiyatro Oyunculuğunun Karşılaştırılması
Oyunculuk bağlamında sinemanın tiyatrodan en önemli farkı, kuşkusuz film çekilirken izleyicinin bulunmaması, film izlenirken de oyuncunun var olmamasıdır. Oysa tiyatro, oyuncu-izleyici etkileşimi ile gerçekleşen bir sanat dalıdır. Tiyatroda gerçek bir insan ‘orada’dır, oysa sinemada ‘orada’ olan gerçek bir insan değildir. Panofsky, tiyatrodaki ve sinemadaki oyunculuk farkı konusunda şöyle der.
Othello ya da Nora, bir oyun yazarı tarafından yaratılmış önemli figürlerdir. İyi ya da kötü oynanabilir ve öyle ya da böyle yorumlanabilirler; ama onları kim oynarsa oynasın, hatta hiç oynanmasalar bile kesinlikle varlar. Bununla birlikte bir filmdeki karakter, oyuncuyla yaşar ve ölür. Robescn’un yorumladığı ‘Othello’ ya da Duse’un yorumladığı ‘Nara’ varlık değildir. Anna Christie adındaki birinde somutlaşan ‘Greta Garbo’ ise varlıktır; ya da bir katilde somutlaşan ‘Robert Montgolmery’.
Belki de bu yüzden bir filmden söz ederken oyuncunun adı canlandırdığı karakterin önüne geçer. Temel İçgüdü’den söz ederken Catherine Tramell yerine Sharan Stone’dan söz ederiz. Çünkü var olan Catherine değil Sharon Stone’dur.
Tiyatro ve Sinema Oyunculuğu Farkları
Filmlerdeki çekim sırası ekonomik koşullara bağlı olduğu için en son sahne en başta çekilebilir. Bu yüzden sinemada Oyuncu olmak istiyorum diyen oyuncu adayları, tiyatrodaki oyuncular gibi ‘duygusal olarak’ kendilerini sahneye kolayca kaptıramaz. Söz gelimi, bir öpüşme sahnesinde oynarken, günlük yaşamda hemen hemen hiç karşılaşmayacağı bir atmosfer içinde, pek çok insanın bulunduğu (yönetmen, görüntü yönetmeni, asistanlar, ışıkçı gibi) bir mekanda partneriyle öpüşür. Örneğin filmde bir başkasının öznel bakış açısı söz konusu ise, oyuncu karşısındakine bakıyormuş gibi kameraya bakıp konuşabilir ve böylece birisine bakıyormuş izlenimi yaratılır.
Bu yüzden oyuncu olmak istiyorum diyen oyuncu adayı, bir kişiye söylediği sözleri aslında bir araca söyler. Her şeyden önce, çekimler kısa süreli olduğu ve sık sık kesildiği için oyuncunun söz konusu atmosferin içine tiyatroda olabileceği kadar rahat girebilmesi mümkün değildir. Bu da kuşkusuz sinemadaki oyuncuların dezavantajlarından biridir. Yine de bu olumsuzluk, aynı zamanda sinema oyunculuğu için avantajlı bir durumu, bir kolaylığı içinde barındırır. Çünkü tiyatro sahnesindeki oyuncu, tüm edim boyunca sahne üzerinden inmeden yerini korur, bu durum, güçlü bir performans gerektirir. Oysa perdede oyuncu en fazla bir kaç dakikada (ki çoğu zaman saniyelerde) tüm oyunculuğunu tüketir, kısa zamanda görevini bitirir.
Bu anlamda sinemada temel birimin çekim olması oyuncuyu da rahatlatır. Tekrarlanma olasılığı nedeniyle sinemada oyuncu daha rahatlatır. Filmde, tiyatrodaki gibi provalara çok fazla gerek duyulmaz bazen hiç prova yapılmaz. Filmde oyuncu, diğer oyuncuların diyaloglarını bilmek zorunda değildir; hatta birlikte sahneleri yoksa diğer oyuncularla hiç karşılaşmayabilir, hiç tanımayabilirler. Oysa tiyatroda birlikte sahneleri olmasa bile oyuncular ayrı zamanda aynı mekandadırlar. Filmde diyaloglar da tiyatrodaki gibi ezberlenmeyi gerektirmez. Film sesli çekilmiyorsa diyaloglar birisi tarafından okunur ve oyuncu bunları tekrar eder; sesli çekilse de oyuncu, baktığı yönde yer alan bir çerçeve içinde yazılmış sözlerini okuyabilir.
Sinemanın Avantajları
Oyuncu olmak istiyorum konusunda sinemanın avantajları arasında sesi ve fiziksel özellikleri değiştirmesi de sayılabilir. Seslendirme söz konusu olabildiği için oyuncu, sesiyle o kadar da sınırlı değildir. Benzer bir durum fiziksel tipler için de geçerlidir. Kısa boylu birisinin gövdesini tamamen göstermeyerek ya da onu çekerken düşük açılı çekimleri yeğleyerek onu uzun göstermek olasıdır. Nitekim Tom Cruise, Kubrick’in Eyes Wide Shut filmine gelene kadar böyle yansıtılmıştır, onu izleyicinin uzun boylu biri olarak hayal etmesi hiç de zor olmayacaktır. Dolayısıyla fiziksel görünüş, özel merceklerle, filtrelerle, ışıkla vb. değiştirilebilir.
Sahne için bir oyuncu kendi kendine bir role çalışır, perde için bir uygulayıcı (performer) ise üzerine bir rolü alır. Tiyatroda bir aktörün rolü onun çalışmasının konusudur, perdede uygulayıcı özünde hiç de aktör değildir, çalışmanın konusu kendisidir.
Oyuncu olmak istiyorum…
Bütün bunlardan da anlaşılabileceği gibi, Oyuncu olmak istiyorum diyen bir oyuncu adayının yaratıcı olabilmesi için tiyatro sahnesinde daha çok şansı vardır. Bu anlamda bir oyuncu için tiyatro, daha doyurucu bir araçtır, kendisini kanıtlamasında daha geçerli bir yoldur. Teknik olarak, sahnedeki oyuncu en arka sıradan görülebilmeli ve duyulabilmelidir. Bu yüzden hareketleri daha abartılı ve oyunu daha ‘büyük’tür. Tiyatro sahnesinde oyuncu, enerjisini perde açık olduğu sürece sürdürmelidir, hatalarını kolayca düzeltemez, tekrarlayamaz, kesemez. Film oyuncusu ise sahne tekniklerinin pek azını kullanır. Sinema ve tiyatro oyunculuğunun farklılıklarından dolayı sahne performansları başarılı olduğu halde perdede bu başarıyı sürdüremeyen pek çok oyuncu vardır.
Oyunculuk Tarzları
Sinemada asıl sanatçı yönetmendir. Sinemada zaman ve mekandaki süreksizlik, oyuncuyu yönetmenin ellerine terk eder. Sinemada oyunculuk hemen hemen tamamen yönetmenin tarzına bağlıdır. Gerçekçi bir yönetmen, uzun çekimleri yeğlediği ve çerçeve içinde oyuncunun tüm bedenini gösterdiği için oyuncu olmak istiyorum diyen oyuncu adayının yetenekleri daha çok önem kazanır. Biçimci bir yönetmense kurguyu yeğlediğinden dolayı oyuncunun katkısı en aza iner. Örneğin Hitchcock, birçok filminde olduğu gibi Sabotaj‘da Pudovkin’in kurgu anlayışını yeğleyerek, sahneyi küçük parçalara bölmüş ve üst üste yığmıştır. Antonioni gibi yönetmenler, anlamın mise en scene‘e bağlı olarak nasıl değişeceğini biliyorlardı. Robert Bresson da perdede oyuncunun yorumlayıcı (interpretive) bir sanatçı olmadığını, mizansenin ve kurgunun ‘ham maddelerinden’ biri olduğunu söyler. Bresson, genellikle profesyonel olmayan oyuncu kullanır, çünkü profesyoneller tıpkı tiyatrodaki performansla duygularını aktarmak isterler. Gerçekçi ya da biçimci olsun, bir sahneyi filme çekmenin tek bir ‘doğru’ tarzı olmadığını belirtmekte yarar var.
Farklı Oyunculuk Tarzları
Oyunculuk tarzları döneme, türe, atmosfere, ulusal kökene vb. bağlı olarak değişir. Örneğin Lillian Gish, sessiz dönemin büyük aktristidir. Ama bugün olsa performansı çok zayıf kalabilirdi. Sessiz dönemin oyuncularının sarsak ve komik görünmelerinin nedeni, sessiz filmlerde saniyede 16 karenin akmasıdır. Buna ‘sessiz hız’ denir. Sessiz dönemin hayranlık uyandıran oyuncularından biri Chaplin’dir. Chaplin komedinin, Garbo romantik tarzın oyuncusudur. İsveç’ten ithal edilen Greta Garbo, karmaşık bir femme fatale‘dır MGM, Garbo’yu gizemli bir geçmişi olan bir kadın (‘öteki kadın’) olarak oynatır. 1950’lerde ilk siyah yıldız Sidney Poitier’dır. John Wayne, tutucu Amerikalılar için yaratılmış bir kahramandır. Wayne (ve birçok başka yıldız) gibi Jane Fonda da bir ideoloji taşır. Marilyn Monroe, Jean HarIow gibi yıldızların pek çok taklidi de söz konusudur.
Aynı oyuncuyla çalışan yönetmenler neredeyse bir çift oluşturur: Dietrich-Sternberg, Wayne Ford, Ullmann-Bergnıan, Bogart-Huston, De Niro-Scorsese, Leaud-Truffaut gibi. Bir filmin oyuncularını belirlemek, başlı başına bir sanat gibidir. çoğu, belli kategorilerde sınıflandırılır. Başrol oyuncusu, karakter oyuncusu, kötü adamlar, gençler, tragedyacılar, ustalar, şarkı söyleyenler, dans edenler gibi. Gerçekten de izleyici alıştığı tipi görmek ister. Goldie Hawn gibi Amerikan ikonografisini gösteren bir oyuncu, Avrupalı rollerde inandırıcı olamaz. Aynı şekilde Klaus Kinski de kapı komşusunda inandırıcı oynayamaz. Buna karşın Glenn Close gibi oyunculuk yelpazesi çok geniş sanatçılar da vardır. İzleyicinin alışılmış kodlarını kıranlar da var elbette. Örneğin Sapık filminde Hitchcock, baş kadın oyuncu olan Janel Leigh’yi filmin hemen hemen başlarında vahşice öldürerek izleyici şaşırtmış ve onun uzlaşımlarını kırmıştır.
Oyunculukta Yöntemler
Oyuncu olmak istiyorum konusunda en önemli İngiliz aktörleri tiyatrodan gelmektedir ve İngiliz tiyatro geleneği, yakın gözleme dayanır. 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemin oyunculuğuna gerçekçi biçim egemendir. Örneğin Elia Kazan, Moskova Sanat Tiyatrosu’nda Stanislavsky’nin geliştirdiği yönteme uygun hareket etmiştir. Stanislavsky’nin Yöntem’i, “oynadığınızı yaşamalısınız” üzerine kuruludur. Stanislavsky, alt metni keşfetmek için rol yaparken oyuncunun doğaçlama yapmasını cesaretlendiren uzun provalarıyla ünlüydü. Bireysel ustalığı ve yıldız sistemini onaylamadı. Amerika’da yeni bir oyunculuk tarzı olarak bilinen “Sistem” ya da “Yöntem”, özellikle Elia Kazan’ın Rıhtımlar Üzerinde filmi ile başarılı olmuştu. Stanislavsky’nin düşünceleri hem New York tiyatro çevrelerinde hem de ünlü New York Aktör Stüdyosu’nda uygulandı. 1950’lerde Marlan Brancio, Janıes Dean, Ju!ie Harris ve Paul Newman gibi oyuncular buradan yetiştiler. Alt metin bu anlayışta daha önemli olduğu için diyaloglar ikincil kalmıştır. Bu nedenle Branelo, Dean gibi Yöntem oyuncuları mırıldanarak, geveleyerek, yutarak konuştukları için bir kısım eleştirmen tarafından alay konusu olmuştur.
1960’larda Fransız Yeni Dalga’sının yönetmenleri (Godard, Truffaut gibi) oyuncularını doğaçlama oynattılar. Bu yöntemi Altman, Scorsese ve Fassbinder de başarılı bir biçimde kullandı. Profesyonel oyuncular yerine ‘sokaktaki adamı‘ kullanmak da çoğu zaman geçerli bir yoldur. Bisiklet Hırsızları filminde Cary Grant yerine Lamberto Maggiorani’yi seçen De Sica, sanatsal etkiyi de radikal bir biçimde değiştirmiştir. Bir işçi olan Maggiorani, ilk kez bir filmde oynamış ve iş arayan bir işçiyi canlandırmıştı. Profesyonel olmayan oyuncuları seçmek, hala kimi yönetmenlerin yeğlediği bir yaklaşımdır. Bunun başarılı olan son örneği Belçikalı Dardenne kardeşlerin 1999 Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanan Rosetta adlı filmlerinin profesyonel olmayan oyuncusu Emilie Dequenne’in kendisi gibi profesyonel olmayan Severine Cancek (İnsanlık filminde) ile birlikte en iyi oyuncu ödülünü paylaşması oldu.
Oyunculukta Yıldız Sistemi
Oyuncu olmak istiyorum konusunda sinemada oyunculuk söz konusu olduğunda “star” olgusu unutulmamalıdır. Sinemada gösterilen örnek bir performansla bir yıldız (star) doğar. Örneğin Malta Şahini‘nden sonra bir yıldız tanıyoruz. “Bogart”, artık “filmlerde yaratılmış bir figür” anlamına geliyor. Humphrey Bogart, hem başarılı bir aktör, hem de kamera için parlak bir öznedir. Perdede oyuncuyu yaratmak, bir karakterin yaratılmasıdır, yalnızca yazarın yarattığı bir karakter çeşidi değil, aynı zamanda belli, gerçek bir insan ürünüdür; yani bir tip.
1910’ların ortalarından bu yana yıldız sistemi, Amerikan film endüstrisinin bel kemiğini oluşturmaktadır. Yıldızların çeşitli değerler, halkın davranışı ve moda üzerine etkileri çok büyüktür. Eski tanrı/tanrıçalar gibi sevilir, tapılır, kıskanılırlar; mistik ikonlar gibi saygı görürler.
1910’lardan önce büyük ücretler talep ederler diye oyuncuların adı perdeye yansıtılmazdı. isimleri olmadığı halde halk onlara isim taktı ve onları canlandırdıkları karakterlerin adıyla çağırdı. Örneğin ilk kadın yıldızlardan olan Mary Pickford, bir filminden dolayı “Küçük Mary” olarak anıldı. Yıldız sistemi kuşkusuz onlar hakkında yazılan dedikoduları yayınlayan dergilerin çıkmasına da neden oldu. Fan (‘fanatik’in kısaltılmışı) dergileri kısa zamanda çoğaldı, yıldızlar hakkındaki dedikodular halkın vazgeçilmez malzemesi oldu. Başından beri halk, yıldızın sanatsal yüzüyle/maskesiyle/takındığı kişilikle (persona) onun özel yaşamındaki kişiliğini birbirine karıştırdı. Bu yüzden örneğin Ingmar Bergman’ın filmlerdeki masum, azize kişiliğine, onun gerçek yaşamda ailesini terk edip İtalyan yönetmen Roberto Rossellini’yle birlikte yaşamasını ve onun için her şeyini (eşini, kızını, Hollywood tarzı filmleri) bırakmasını yakıştıramadı, onu kolay kolay affetmedi.
Yıldız Sisteminin Altın Çağı…
Yıldız sisteminin altın çağı 1930’lar ve 40’lar Hollywood stüdyo sisteminin yükselişiyle örtüşür. Bu dönemde yıldızlar, Beş Büyükler’e (Big Five) yani majör’ler olarak bilinen beş şirkete bağlı çalışırlar ve bu şirketler de filmlerin %90’ını üretirdi. Sesin bulunuşundan sonra sesleriyle öne çıkan yeni yıldızlar doğdu: James Cagney, Bette Davis, Cary Grant, Mae West ve Katharina Hepburn…
Yıldızlara bugün de gişe başarısının olmazsa olmaz koşulu olarak bakılıyor. Birkaç istisna dışında yıldızı olmayan filmler gişede başarısız olmuşlardır. 30’ların başlarında bir yıldız (Mae West) Paramount şirketini iflastan kurtarmıştır. Büyük yıldızlar afişlerde adlarını filmin adının üstünde görmek ister. Kimisini perdede daha güzel gösterecek kendi görüntü yönetmenleri vardır; bu türden yıldız kaprisleri saymakla bitmez. Giderek daha büyük paralar karşılığında kamera önüne geçerler. Fiyatlar yükselir ama değişmeyen bir şey var: Kadın oyuncular 30’unu geçtikten sonra daha az aranır olur; hatta 40’ından sonra unutulurlar, oysa erkekler ne kadar yaşlı olursa olsun hem daha çok para alır hem de film sayılarında büyük düşüşler olmaz.
Profesyonel bir aktör ile bir yıldız arasındaki fark
Profesyonel bir aktör ile bir yıldız arasındaki fark, teknik becerilere değil, kitle popülerliğine dayalıdır. Bir yıldız için sonul zafer, Amerikan popüler mitolojisinde bir ikon olmaktır. Birçok kültürel çalışmanın da gösterdiği gibi bir yıldızın ikonografisi, düşünsel karmaşanın ve duygusal zenginliğin ortak mitlerini ve sembollerini içerebilir. Dünya sinemasında olduğu gibi Türkiye’de de iyi oyuncu olup da yıldız olamayanlar var kuşkusuz. Haluk Bilginer buna iyi bir örnektir. Bu durum, anlaşılacağı gibi yıldızların yetenek dışında bir şeylere sahip olmalarını ve bir biçimde toplumun ortak bilinç dışında yer almalarını gerekli kılar.
Yıldız sistemi, her ikisi de birbiriyle ilişkili olan ekonomik ve mitolojik boyutlarıyla ilişkilendirilip tanımlanabilir. Sinema, büyük sermayeyi gerektiren bir endüstri olduğundan beri karını çoğaltmayı amaçlamaktadır. Bu ekonomik olgu, ikili bir uygulamaya yol açar: Endüstri bir yandan, oyuncuyu belli bir yapım şirketi için sözleşmeyle bağlar, öte yandan bu oyuncunun kullanıldığı tutarlı bir imgeye yol açarak risklerini düşürür. Bu yüzden pek çok senaryo özel bir yıldız için yazılır ve karakter, bir giysinin dikilmesi gibi oyuncunun üzerinde biçilir. Endüstri, yıldızı bir marka olarak paketler. Sonuçta yıldız sistemi, merkezde yer alan bir karakter çevresinde dönen bir kurmacanın düzenlenmesine yardım eder.
Eleştirel bir yaklaşımla kadın bakış açısından bakıldığında, Claire Johnston’ın da belirttiği gibi “yıldız sistemi, kadınların fetişleştirilmesine dayanır… Yıldız sisteminin gösterdiği şey, ortak fallus merkezli fantezidir” Ülkemizdeki sinema bağlamında yıldız olgusunu en iyi örnekleyen oyuncu kuşkusuz “Sultan” lakaplı Türkan Şoray’dır.
Derleyen: S. Ruken Öztürk
Bu yazımızdan keyif aldıysan SinePlus Akademi yeni dönem Film Yapım ve Yönetmenlik Kurslarına katılabilir, oyunculuk yönetiminin inceliklerini öğrenebilir, iyi oyuncu olmak için yönetmenin bakış açısıyla kendini geliştirebilirsin.
Bilgi ve Kayıt için: Tıkla…
oyuncu olmak istiyorum, oyunculuk tarzları, oyunculukta yıldız sistemi, oyunculukta yöntemler, sinema ve tiyatro oyunculuğu